AC2 Veritabanı / Kodeks

1. SAYFA

Eserin başında günler harcadım. Yoksa haftalar mı? Aylar mı? Artık emin değilim… Diğerleri arada bir uğrayıp yemek getiriyor ya da yarenlik etmeye çalışıyor ve kendimi çalışmalarımdan biraz almam gerektiğini söylüyorlar. Hatta Malik bir seferinde tamamen bırakmamı bile önerdi ama ona daha var. Cennet Elması’nın çözülmesi gerek. Çözmem lazım… Bir silah mı? Bir rehber mi? Yoksa bir şekilde ikisi birden mi?  “Bilgili kişi kederli kişidir.” Bu vecizenin altında yatan düşünceyi anlayabiliyorum ama gerçekliği… Gerçekten doğru mu? Kılıç kalkan yerine fikir ve bilgiyle savaşan bir topluluk… İşlevi basit. Hatta çok temel. Hüküm, kontrol… Fakat süreç… Yaptıkları… İşte bunlar harika. Işığına maruz kalanlara istediğini vereceğini vaat ediyor. Karşılığındaysa istediği tek şey var: mutlak itaat. Bunu kim reddedebilir ki? Resmen cazibenin vüdut bulmuş hali. Al Mualim’le karşılaştığımda, onun sözleriyle yaşadığım güvensizlik anını hatırlıyorum da… Bana bir baba olan kişinin en büyük düşmanım olduğu ortaya çıkmıştı. Aklıma sızması için tek gereken ufacık bir şüphe kırıntısıydı fakat silüetleri yok edip özgüvenimi toparladım ve onu bu dünyadan gönderdim. Kendimi özgür kıldım. Şimdi düşünüyorum da gerçekten özgür müyüm? Burada oturmuş yok etmeye yemin ettiğim şeyi umutsuzca anlamaya çalışıyorum. Sebebi de belli: Elma’nın anlatacakları var. Büyük ve tehlikeli bir şey kıpraşıyor, hissedebiliyorum. Hepimiz tehlikedeyiz ve bu tehlikeye karşı bir şeyler yapmak benim görevim. Hakikati bulana kadar bu yoldan dönmemeliyim, dönemem.

 

2. SAYFA

 

Zw-codex-2

 

3. SAYFA

Zw-codex-3

 

4. SAYFA

Yazmakta olduklarım, Suikastçı Tarikatı’nın üç büyük çelişkisidir: (1) Barış getirmeye çalışıyoruz ama katlederek. (2) İnsanların zihnini açmaya çalışıyoruz ama bir üstada ve birtakım kurallara şartsız itaat ederek. (3) Kör inancın tehlikelerini göstermeye çalışıyoruz ama işte körler bizleriz.

Bu sözlere karşı tatmin edici bir cevabım yok, yalnızca bazı ihtimaller… Kuralları, daha yüce bir amaç uğruna mı büküyoruz? Peki eğer büküyorsak neyiz biz? Yalancı mı? Sahtekâr mı? Sebatsız mı? Her anımı bu çelişkilerle uğraşarak geçiriyorum ama sahip olduğum onca yıla rağmen hala münasip bir cevap bulamadım. Böyle bir cevabın olmayacağından korkuyorum.

Hiçbir şey doğru değil. Her şey mübah. O halde cevabı itikadımız mı veriyor? Bir şey aynı anda birbirine taban tabana zıt iki şey olabilir mi? Neden olmasın ki? Ben bunun kanıtı değil miyim? Yüce gayeleri olan, barbarca davranan bizler… Hayatın kutsallığına itimat edip, ardından düşman gördüklerimizden o kutsallığı çalan bizler…

 

5. SAYFA

Kim bu Önceden Gelenler? Onları buraya ne getirdi? Kaç yıl önce? Yüzyıllar mı, binyıllar mı? Yoksa daha da mı önce? O kadar az şey biliyoruz ki… Neden geldiler? Peki ya eserler ne? Şişedeki mesajlar mı? Bizlere yardım ve rehberlik etmek için bırakılan araçlar mı? Yoksa bu değersiz oyuncaklara kutsal amaçlar ve anlamlar yükleyerek onları kontrol etmeye mi çalışıyoruz?

 

6. SAYFA

Robert de Sable ölmüş olabilir ama kardeşleri hala hayatta. Görünüşte pek zararsız olsalar da korkarım hala tehdit oluşturuyorlar. Önceden vakurlar yürüdükleri –ve kolay hedef oldukları- sokaklardan gölgelere çekiliyorlar. Takip etmek gittikçe güçleşiyor. Karanlıkta yine ne şeytanlıklar planlayacaklar kim bilir? Bu yüzden işimiz her zamankinden daha zor olacak.

Daha şimdiden Kıbrıs’ta bir şeyler döndüğüne dair dedikodular var. Bunları araştırmam gerekecek. Ayrıca bizim yöntemlerimizin de değişmesi gerektiğini gördüm. Hisara bağlılığın bitmesi gerekiyor. Halka ibraz ettiğimiz suikastların bitmesi gerekiyor. Ağlarımızı sessizce ve geçmiştekilerden farklı şekilde örmeliyiz.

Kardeşlerimden alışkanlıklarını terk etmelerini istesem de itikadlarını terk etmelerini isteyemem. Bizi Suikastçı yapan şey bu. Bir parmağın kesilmesi değil, sahte bir cennet vaadi değil, zehir kullanma yasağı değil… Bizim görevimiz insanlara, geleneklere değil. Gizlenmemiz gerekiyorsa gizleniriz. Zehir kullanmamız gerekirse kullanırız. Bıçaklarımızı kullanmak için parmak kaybetmemiz gerekmiyorsa zorlamayız. Çıraklarımızı yalanlar ve hilelerle idare etmeyiz. Sade ve dürüstçe konuşacağız. Yeniden doğacağız…

 

7. SAYFA

Adha ile istirahate çekileceğimi, bıçağımı bırakıp normal bir adam gibi yaşayacağımı düşünmüştüm fakat şimdi böyle hayallerin tek yerinin uykuda olduğunu anlıyorum. O yüzü… Onu kaçıran Tapınakçıları deniz boyu kovaladığım günleri ve geceleri hatırladıkça yüzünü aklımdan çıkarmaya çalışıyorum. Neredeyse başarıyordum da. Neredeyse… Biraz daha hızlı olabilseydim… Oysa kollarımda onun cansız vücudu vardı. Sabit, kıpırtısız gözlerinden yansıyan korkuyu gördüm. Bunu yapanlar dünyadan gidene dek tek tek her birini avladım. Fakat şevksizdim, ne tatmin olmuş ne de serbesttim. Ölümleri onu getirmeyecek, acılarımı dindirmeyecekti. Başka bir kadın için aynı şeyleri hissedemeyeceğimden emindim.
Neyse ki yanılmışım.

 

8. SAYFA

İçgüdülerimiz neden şiddet ağırlıklı? Farklı türlerin birbirleriyle ilişkilerini gözlemledim. Fıtri hayatta kalma arzumuz genelde bir başkasının ölümü anlamına geliyor. Neden beraber yaşayamıyoruz ki? Birçok kişi dünyanın kutsal bir güç tarafından yaratıldığına inanıyor fakat ben burada yalnızca deli bir adamın kurguladığı yıkım ve umutsuzluğu görüyorum.  Kargaşa tabiatımızda var.  Kasıtsız… Amaç ve benlik yalnızca zamanla işlenmiş. Önce doğa sonra da insan eliyle…

 

9. SAYFA

Yeterince uzun ve yüksek sesle söylenmiş her cümle zamanla dogmalaşır, hakikat haline gelir. Bu sayede diğer görüşler bastırılıp rakipler susturulabilir. Başarıya ulaşıldığında – bütün rakipler elendiğinde – geriye kalan da doğal olarak doğru kabul edilir.

Nesnel bir olguya göre doğru mu peki? Hayır. Fakat bir kişi nasıl olaylara tarafsız bakabilir ki? Açıkçası, bakamazsın. Gerçek anlamda, fiziksel olarak imkânsız. Ortada çok fazla değişken var. Düşünülmesi gereken çok fazla alan ve çok fazla formül var. Deneyebiliriz tabii ki. O ana adım adım yaklaşabiliriz fakat asla ulaşamayız. Asla…

İşte böylece anladım ki Tapınakçılar yaşadığı sürece gerçekleri kendi amaçları uğruna bükecekler. Mutlak doğru diye bir şeyin doğru olmadığını, varsa bile idrak edebilecek durumda olmadığımızı biliyorlar. Bu yüzden de onun yerine kendi açıklamalarını oluşturmaya çalışıyorlar. “Yeni Dünya Düzeni” adı verdikleri şeyin temel ilkesi işte bu: Varlığı kendilerine göre yeniden tasarlamak. Olay eserler değil, insanlar değil. Bunlar yalnızca araç. Olay anlayışta. Ne kadar da akıllılar. Bir anlayışla nasıl savaşılır ki?

İşte size mükemmel silah. Fiziksel bir şekilden yoksun fakat çok çeşitli ve genelde yıkıcı yollarla etrafımızdaki dünyayı değiştirebiliyor. Bir itikadı öldüremezsin. Tüm müritlerini öldürsen, tüm yazıtlarını yok etsen bile en iyi ihtimalle sindirebilirsin. Bir kişi, bir gün gelir ve itikadı yeniden ortaya çıkarır, yeniden oluşturur. Bizler, Suikastçılar bile Yaşlı Adam’dan da eski bir Tarikatı ortaya çıkarmaktan başka bir şey yapmadık.

 

10. SAYFA

Zw-codex-10

 

11. SAYFA

Attis. Dionisos. Horus. Krişna. Mitra. İsa. Yaşamları benzer hikâyelerden oluşuyor. Hatta bence fazla benzer. Kutsal doğum, eziyet, müritler, mucizeler, yeniden dirilme…

Bu nasıl olabilir?

Belki de farklıdır. Çağlar boyu anlatılan tek bir hikâye olabilir mi? Ödünç alınıp zamana uydurmak için değiştirilmiş olabilir mi? Aletlerimiz ve dilimiz geliştikçe o da evriliyor. Peki bu hikâye bir gerçekten mi yoksa kurgudan mı çıktı? Yoksa ikisinden birden mi? Bu şahsiyetler, yaşamları Cennet Elması ile uzatılmış ve değiştirilmiş aynı kişi olabilirler mi?

Al Mualim İsa’dan gerçek bir insan, tahrif sanatında ustalaşmış bir ölümle olarak bahsetmişti ama ya yanıldıysa? Ya bu adamlar gerçekse ve önceden daha birçok kez aramızda gezinmişlerse? Bu tekrar gelecekler mi demek? Belki de şu an aramızdadırlar. Çok fazla soru var ve her gün daha fazlası…

 

12. SAYFA

Zw-codex-12

 

13. SAYFA

Zw-codex-13

Gizli Bıçak yıllar boyu değişmez yoldaşımız oldu. Bazıları alametifarikamız olduğunu söyler, yanılmış da sayılmazlar. Birçok başarımızı ona borçluyuz ama yine de alet eskidiğini belli etmeye başladı. İşte bu yüzden kişinin parmağını kesmeden kullanabilmesi için bazı geliştirmeler yapmaya başladım. İlk ilave, gelen saldırıları savuşturmak için konulan metal bir levha. Diğer Suikastçılar bu levhanın yeni bir metalden üretildiğini düşünüyor ve bu metalin keşfini (ektedir) bana ithaf ediyorlar. Hakikati bilmemeleri daha iyi. Ayrıca Malik’le yeni suikast yöntemleri üzerinde çalıştık: yüksekten, kenardan ve gizlenme yerlerinden. Temel hareketler elbette ama önemleri yadsınamaz. Üçüncü ve son gelişme ise en basidi: ilkiyle birebir aynı olan ikinci bir bıçak kullanımı. Bir Suikastçının önüne temizlemesi gereken iki hedef çıktığında, saldırısını ikisine de aynı anda ulaşacak şekilde ayarlaması yetecek. Üretildikleri metallerin bulunması hala güç olduğu için bu bıçaklar sınırlı sayıda olacak tabii ki. Kimlerin iki bıçak taşıyabileceğini dikkatle seçmem gerekecek.

 

14. SAYFA

İnsan, karşılaştığı her şey üzerinde egemenlik kurmak ister. Sanırım bu, çevremize hâkim olma arzumuzdan kaynaklanan doğal bir eğilim fakat bu eğilim diğer insanları kapsamamalı. Her gün daha da çok kişi cebren ya da hileyle hizmet etmeye zorlanıyor. Ağır mahkûmiyet altında olmayan diğerlerine de yaşamlarının değersiz olduğu hissiyatı aşılanıyor. Erkeklerin kadınlara eziyet ettiği yerler gördüm. Başka ellerden gelen kişilere söylenen zalimce şeyler duydum. Başka şeylere inanan ya da farklı davranan kişilerin acı çekişini izledim.

Bu şeyleri Masyaf’ın duvarlarından izlerken bir yandan da sık sık tartışıyoruz. Bu eziyetleri durdurmak, hoşgörü ve eşitliği güçlendirmek için ne yapabiliriz? Bazı günler eğitimden, bilgiyle birlikte ahlak unsurunun da geleceğinden bahsediliyor fakat sokaklarda yürürken satışa çıkarılan köleleri görünce kalbim donuyor. Bir kocanın karısına küfredip taşlar fırlattığını, yalnızca ona hizmet etmek için yaşadığını söylediğini görünce yumruğumu sıkıyorum.  Ailelerinden zorla ayrılıp para uğruna çöl güneşi altında çalışmaya ve nihayetinde ölmeye yollanan çocukları görünce…

Böyle günlerde, konuşmanın bir işe yarayacağını hiç sanmıyorum. Böyle günlerde yalnızca failleri nasıl öldürebileceğimi düşünüyorum.

 

15. SAYFA

Zw-codex-15

 

16. SAYFA

Elma, bizim ötemizdeki şeyleri gösteren bir rehber. Onun kırpışan, kıvrım kıvrım içinde olacaklara dair görüler de yakaladım. Böyle bir şey mümkün olmamalı. Belki de değildir. Belki yalnızca bir imadır. Nasıl bilebiliriz? Nasıl emin olabiliriz?

Bu görülerin sonuçlarını düşünüyorum da… Acaba olacakları mı gösteriyor yoksa yalnızca olabilecek şeyler mi? Neticeleri değiştirebilir miyiz? Denemeye cüret edebilir miyiz? Peki böyle yaparsak yalnızca gördüklerimizi gerçekleştirmiş mi oluruz?

Her zamanki gibi eyleme geçmekle geçmemek arasında, hangisinin bir fark yaratacağını bilmeyerek kararsız kalmış durumdayım. Bir fark yaratmam bekleniyor mu ki benden? Yine de bu günlüğü tutuyorum. Bu, gördüklerimi değiştirmeye ya da belki de garantilemeye çalışmak değil mi?

 

17. SAYFA

Gördüklerim içinde hiçbir şey beni alevler kadar rahatsız etmiyor. O kadar yükseğe ulaşmışlardı ki arşı delecek gibiydiler. Yer zangır zangır sallandı. Dağlar yarılıp parçalandı. Koca metal kuleler unufak oldu ve içlerindekiler yere saçıldı. Her yer çığlıklarla doluydu. O kadar korkunçtu ki yankılarını şu an bile hissedebiliyorum

Ne bu gördüğüm karmaşa? Acaba, onlar mı? Önceden Gelenler… Sonları bu mu oldu? Ateş ve kül… Belki Tapınakçıların istediği de bu yıkıcı güçtür. Bizleri yönetmek, kendilerine bağlamak için kullanabilecekleri bir güç… Ellerinde bütün dünyayı yok edebilecekleri bir şey varken ne şansımız kalırdı?

 

18. SAYFA

Gizli kalmak, sessiz olmak ve tarihin akışını gizlice değiştirmek zorundayız fakat bazı kardeşlerim buna katılmıyor. Sinirlenip kendimizi böyle dışlamanın bir hata olduğunu söylüyorlar. İşimizi yavaşlattığını savunuyorlar fakat muhtemel tehlikelerden haberleri yok. Kendimizi bu şekilde açığa çıkarmak çok tehlikeli olur. Korkarım deli muamelesi görüp saldırıya uğrardık. O yüzden bu şekilde devam ediyoruz, her zaman olduğu gibi. Bildiğim tek bir şey varsa insanların nasihatla öğrenmediğidir. Musibet yaşamaları gerekir. İlişkileri kendileri kurmalı. Adamın birine “kibar ol, hoşgörülü ol, zihnini açık tut” desem bile bu cümleler herhangi bir etki yaratmadan sönüp yok olacak. Laf israfı olacak. Bu yüzden her zamanki gibi devam ediyoruz.

 

19. SAYFA

Zw-codex-19

Efsanelerde Altın Post’tan bahsedilir. Acaba ikisi birbiriyle bağlantılı mı?

…Malzemenin işleme safhasını düzenledim ve ortaya dünyada eşi benzeri olmayan bir zırh çıktı.

…Dayanıklılığı muazzam fakat hareketi engellemeyecek kadar hafif.

…Merak ile korku arasında gidip geliyorum. Burada savaşların gidişatını değiştirecek, giyeni neredeyse yenilmez kılacak bir şey ürettik.

Belki de bunları üretmek bir hataydı. En iyisi formülü yok etmek. Ya düşmanlarımızın eline düşerse? Fazla tehlikeli…

 

20. SAYFA

Yeni tek ve ilahi bir yaratıcı inancından önce ortaya çıkan antik pagan inançlarını inceledim. Rastgele koyulmuş ahlaki kurallardan ziyade etrafımızdaki temel kuvvetlere odaklanmış gibi görünüyorlar

Güneş sabahları doğup akşamları batıyor. Dalgalar yükselip alçalıyor. Çimenler büyüyüp sararıp ölüyor ve zamanla topraktan tekrar çıkıyor. Hava ısınıp tekrar soğuyor. Göremediğimiz bir enerji bizi yere bağlıyor ve ayrılmak istediğimizde bizi geri çekiyor.

Bu hareketlerden her biri bir tanrı ya da tanrıçaya atfedilmiş. Her kuvvete bir sima verilmiş fakat yeri ve kudreti unutulmamış. Lakin bu, kuvvetlerin – farklı ruhlardan oluşan bütünlerin – birbiriyle bağlantısız olduğunu söylemek değildir. Etrafımızdaki dünyanın işleyişini görünmez eller kontrol ediyor.

Böylece ne kadar noksan olsa da şeylerin işleyişini anlamak, açıklamak, çalışmak ve sınıflandırmak için çalışılmış ama ötesi yok. Şimdiyse çok daha sade bir açıklamayla yetinmemiz isteniyor. Her soruya, her sırra tek bir cevabın olabileceğini düşünmek ne kadar safça. Her şeyi yöneten tek bir ilahi güç… Öyle bir güç ki hakikat ve sevgi getiriyor. Bana sorarsanız bu ışık bizi kör ediyor ve cahilce yaşamamıza sebep oluyor.

İnsanların görünmez canavarlardan kafalarını çevirip dünyayı bir kez daha mantık çerçevesinde görecekleri günü sabırsızlıkla bekliyorum. Lakin bu yeni dinler o kadar uygun ki – ve reddedenlere o kadar korkunç cezalar olduğunu savunuyorlar ki – korkarım bu korkuyla kendimizi şu ana kadar söylenmiş en büyük yalandan alamayacağız

 

21. SAYFA

Zw-codex-21

Kişi, arazide bulunan bitkilerden çıkardıklarıyla birçok şey yapabilir. Daha ender türler istendiğinde de bunlar tüccarlardan ve seyyahlardan sağlanabilir fakat bu sağlananların özellikleri daha az bilinir ve daha çok inceleme gerektirir.

Zehir damıtımında geleneksel simya aletlerinden yararlanılabilir. Bazı zehirler deriye nüfuz edebileceği için çok dikkatli olunmalıdır. Dikkatsizlikleri yüzünden hayatlarından olan birçok kişi vardır

Bıçak, burada listelenen özelliklere göre oyulmalı. Sapmalar metalin çatlamasına, zayıflayıp sonunda kırılmasına sebebiyet verebilir.

 

22. SAYFA

Zw-codex-22

Bu haritayla ne yapmalı? Bütün dünyayı gösteriyor gibi görünüyor. Hem söyledikleri gibi düz de değil, top gibi yuvarlak. Elma gibi… Lakin böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Gösterdiği bazı yerler hala bize yabancı, birçoğu bilinmiyor. Keşfedilmemiş… Keşfedilecek çok yer var. Peki oralarda insan var mı? Bize benziyorlar mı? Benzemiyorlarsa ne farkları var? Bunları cevaplamayı ne kadar çok istiyorum… Belki de zamanla seyahat etme şansı bulurum. Yolumu çizip bu uzak diyarlara kendim giderim.

 

23. SAYFA

Zw-codex-23

Arapça Yazılar: Kuzey (هاجم) = Saldır, Doğu (تسلق) = Tırman, Güney (ءبر) = Geç ve Batı (قطر) = Yatay.

 

24. SAYFA

Bazı günler ailemi özlüyorum. En azından aile fikrini… İkisi de bu duvarların içinde yaşamış olsa da anne babamı pek iyi tanıyamadım. Biz böyleydik. Belki üzgünlerdi, göstermiyorlardı ama… Olmazdı.

Kendim için konuşursam, gençliğimin çoğunu eğitimle geçirdim. Yalnızlık üzerine düşünmeye çok az vaktim vardı. O yüzden sonunda annem babam göçüp gittiğinde iki yabancının ölümünden farklı gelmedi bana. Al Mualim bana babalık etti. Onun zayıf ve sahte sevgisi zamanında yeterli – hatta iyi – idi.  En azından ben öyle düşünmüştüm.

Bir gün benim de bir çocuğum olacak, Tarikat’ımızın içinde büyüyecek ama ne ben aynı hatayı yapacağım ne de kendine Suikastçı diyen kimse. Çocuklarımızı sevip karşılığında sevgi görmeliyiz. Al Mualim bu bağlılıkların bizi zayıflattığını, yaşamımız söz konusu olduğunda bizi şüpheye düşürdüğünü düşünürdü. Lakin eğer gerçekten adalet için savaşıyorsak sevgi, onların hayrına bir şey yaptığımızı bildiğimiz için fedakârlığı kolaylaştırmaz mı?

 

25. SAYFA

Zw-codex-25

 

26. SAYFA

Artık cevabı biliyorum. Hakikati biliyorum. O menfur şeye bir daha dokunmayacağım. En iyisi; kimse, ne şimdi ne de daha sonra dokunmasın. Onu yok etmeyi denedim – en sonunda – ama ne bükülüyor ne kırılıyor ne de eriyor. Ah duruma bakar mısın… Eminim Elma’ya sorsam ne yapılması gerektiğini söyler ama bu umut bile yetersiz. Her zaman verebileceği bir hediye daha var. Kendimi tutmam lazım. Bu yüzden kilitlenmesi lazım. Bir zamanlar onların, artık bizim olan adaya götüreceğiz onu. Orada bir sandık var, güzelce gizlenmiş, yeterli olur herhalde. Kendimi eserden uzak tutarsam diğerlerinin bulması riski var. Yakında tutarsam daha riskli, zamanla beni ayartabilir. Zayıfım. Hepimiz zayıfız. Kim değil ki? Ah, o gördüğüm şeyler… Hikâye orada, satırların içinde. Satır aralarında değil, onların ardında. Yalnızca bizim gözlerimiz görebileceği yerde. Gidin de kendiniz bakın. Belki benim ve diğerlerinin başaramadığını siz başarırsınız. Zaman geçiyor ve geçtikçe yeni keşiflerle gelişmeler getiriyor. Yani eninde sonunda bir gün kapı aralanacak ve mesaj yerine ulaşacak. Elçilerini bulacaklar.

 

27. SAYFA

Giderek daha da büyüyoruz. Her gün daha da çok kişinin yolu hisara düşüyor. Erkeği, kadını, genci, yaşlısı… Farklı diyarlardan, farklı inançlardan…  Hepsinin hikâyesi birbirine benziyor, itikadımızın ilk kısmını keşfetmişler: hiçbir şey doğru değil.
Yaşadıkları aydınlanma büyük çoğunluğunu mahvediyor. Ahlaklarını, kendilerine güvenlerini ve güven hissiyatını kaybediyorlar. Birçoğu deliriyor. Onlara yol göstermemiz, yoparlanmalarına yardım etmemiz lazım. Kafaları peri masalları yerine bilgiyle dolmalı. Bırakın cevapları bulsunlar, cevaplar zorlu ve karmaşık olsun. Ne de olsa hayat da öyle.

 

28. SAYFA

Zw-codex-28

Başardık! Gizli bıçağın yapısını değiştirip küçük toplar atabilmesini sağlayacak bir yol bulduk. Çok uzak mesafeden bile muhteşem hasar verebiliyor. İtiraf ediyorum keşif sırasında kullandığım yöntemler biraz… riskliydi. Lakin kısa sürelerle ve odaklanmış bir zihinle Elma’nın yan etkisiz kullanılabildiğini gördüm. En azından öyle umuyorum.

Barutla savaş bizlere o kadar yeni değil, Doğu komşularımızda uzun süredir görüyorduk ama onların silahları çok daha büyük ve bizim ihtiyaçlarımıza göre değiller. Onların tasarımını küçültüp bizim ölümcül silahımızla birleştirerek bileğe takmanın bir yolunu buldum.

Ayrıca patlayıcı barutun formülünü geliştirdik ve artık başka bileşenlerle birlikte kullanabiliyoruz. Tehlikeli bir bilgi, o yüzden bu bilginin yalnızca en yakın dostlarımızla paylaşılması en iyisi.

 

29. SAYFA

Şarkta bir karanlık yükseliyor. Öylesine büyük ve güçlü bir ordu ki bütün kıta endişe içinde. Liderleri, Cengiz Kağan ünvanını alan Timuçin adında bir adam. Gittiği her yeri silip süpürüyor. İsteği her neyse durdurulması lazım. Genç olsaydım – bir Cennet Parçası’nın karıştığından şüphelendiğim – bu işi kendim gizlice halletmeyi denerdim ama o günler geçti. Artık bayrağı başkasına devretmek gerek. Karımla birlikte oğullarımızla konuşma vaktimiz geldi. Oraya beraber gideceğiz. Hem onları test etmiş olacak hem de tehdidi sonlandırabilecek miyiz bakacağız.

 

30. SAYFA

Yakında bu dünyadan göçüp gideceğim. Zamanım geldi. Günün her anında bu idrakın düşünceler beynimde. Bedenimdeki maddelerin tekrar Dünya’ya döneceğini biliyorum fakat bilincime ne olacak? Kimliğime… Bir anlamda BENLİĞİME ne olacak? Sanırım sona erecek. Sonraki bir dünya olmadığı gibi şu ankine de dönülemez. Öylece bitmiş olacak. Sonsuza dek…

Yaşamlarımız o kadar kısa ve önemsiz ki… Kâinatta hiçbir değerimiz yok. İyilik yerine kötülüğü, Elma’yı kilitlemek yerine kullanmayı seçsem ne fark edecekti ki? Hiçbir şey… Sayma, saydırma yok. Hesap verme yok. Mahşer yok. Yalnızca sessizlik ve karanlık…  Kati ve mutlak… Bu yüzdenmerak etmeye başladım; ölümü durdurmanın, en azından geciktirmenin, bir yolu yok mu acaba? Muhakkak ki Önceden Gelenler bizim kadar kırılgan ve güçsüz değillerdi fakat artık eseri kullanmayacağıma yemin ettim. Ona artık bakmayacağım. Yine de, ölümün bu kadar kıyısındayken son bir kez göz atmaktan zarar gelir mi ki?