BOSTON
BOSTON ÇAY PARTİSİ
Bu Amerikan Devrimi’ne yol açan kilit olaylardandı. (Yerli kıyafeti giyen) Prostesocular Boston limanına demirlemiş olan 3 gemiye çıktılar ve geminin yükü olan tüm çayı İngilizlerin koyduğu vergileri prostesto etmek için denize döktüler. Limana o kadar çayı dökmek yapılmış en büyük miktarda çay demleme rekorunu kırmıştır herhalde. Tüm İngilizleri küplere bindirmesi garanti bir şey varsa, o da kaliteli çayın israfıdır.
Sanırım yeterince basit anlattım olanları, ama devamı biraz daha karışık. East India Şirketi o çayları kolonilere ucuz fiyatlardan satıp düşüşte olan karını biraz canlandırmak istiyordu. Ancak, çayların vergileri gemi Boston Limanı’na demirleyip malı indirmeye başladığında İngilizlere ödenmeliydi. İngiliz Parlementosu’nda üyeleri olmadığından Kolonicilerin İngilizlere vergi ödemek konusundan uzun zamandır süregelen bir isteksizliği vardı. Üzerinden vergi alınmaya devam edilmesine rağmen ucuz çay sunulması, Kolonicilere parlementonun kendi üzerlerindeki etkilerini kabul ettirmek için yapılmış bir hile gibi geldi.
Protestocular New York ve Philadelphia’ya çay taşıyan gemilere yöneldiler ve eğer bu Boston’da olsaydı, problem çözülmüş olurdu. Maalesef, Boston valisi limana girdiklerinde çay gemilerinin bir an önce limandan ayrılmasına izin vermeyecekti. Belki de halkın toplanıp vergiyi eninde sonunda ödeyeceğini düşünmüştü – çünkü herkes pazarlık yapmayı sever – ancak bu asla olmadı. Aslında, protestolar Eski Güney Meydanına gidene kadar git gide büyüdü. Kalabalıktan bir kısım insan orada ayrıldı, çıkmazı bir sona kavuşturup çayı suya döktüler
(Bunları yazarken bile tüylerim diken diken oluyor)
İngilizler ise buna şehri kontrol altına alması için Thomas Gage komutasında birlik göndererek karşılık verdi. Ayrıca Boston Limanı’nı kapattılar, Kolonicileri cezalandırmak için “Zorlayıcı Tedbirler” olarak anılacak pek çok yasa düzenlemesi yaptılar. Haliyle, Koloniciler bundan hoşnut olmadı – ve Devrim’in patlak vermesine yol açtı.
Çay ticareti çok önemli bir iş.
BOSTON KATLİAMI
Boston Katliamı İngiliz askerleri ve Boston halkı arasındaki pamuk ipliğine bağlı ilişkilerin kopuşu oldu. Bir grup İngiliz askeri çok yakın mesafeden bir kalabalığa ateş açıp 5 kişiyi öldürdü.
Bu durum İngilizler penceresinden daha masum görünüyor – perukçunun borçları (her türlü borcu) sebebiyle başlayan olay bir süre sonra isyana izdihama dönüştü. Yüzlerce Boston sakini 8 İngiliz Piyadesini saatlerce esir tuttu. Sonlara doğru ise pek çok kişi elinde sopalarla, taşlarla, askerlere saldırmaya hazırlanıyordu.
Yüzbaşı Thomas Preston İngiliz Piyadelerinin komutasındaydı ve durumu kalabalıkla konuşarak atıştırmaya çalıştı. Halk askerlerin silahlarının dolu olup olmadığını sordu – dolu olduğunu itiraf etti, ama ateş emri vermesi çok büyük bir hata olurdu zira halkla konuştuğu için askerlerinin hedefi haline gelirdi.
Askerlerden birine bir taş atıldıktan sonra (ki askerin tüfeğini düşürmesine sebep olacaktı) kalabalığa ateş açıldı – Preston’un ateş açmama emirlerine rağmen, sonraları Preston bunu kanıtlıyor. (Belki de askerler kalabalıktan gelen bağırışları komutandan gelen bir emir olarak algılamıştır kim bilir.)
Piyadeler göz altına alındı ve kasti adam öldürme suçundan yargılandı – Thomas Preston dâhil altısı beraat etti. Diğer iki kişi kasti adam öldürme suçundan cezalandırıldı, normalde idam edilmeleri gerekirken sadece parmakları kesildi.
Katliam ile ilgili ilginç şeylerden biri de olaydan sonra oldu – şöyle ki, iki taraf da olayı kendi lehine kullanmaya çalıştı. Çoğu insanın bu olayı “Katliam” olarak adlandırması bu Psikolojik savaşı kimin kazandığı hakkında açık bir fikir sahibi olmanı sağlıyordur. Devrimciler bu olayı Kolonilerdeki özgürlükçülere bir saldırı olarak gösteriyordu ve (Paul Revere sayesinde popülerlik kazanan) olaya ait resimler, organize bir İngiliz birliğinin halka ateş ettiğini gösteriyordu – öfkeli kalabalık tarafından köşeye sıkıştırılmış asker topluluğunu değil.
Diğer taraftan, İngilizler olayı “King Sokağı Vakası” olarak adlandırıyordu. Biz krizlerde – en ufak bir olayı iyice abartmakta ısrar eden ülkelerden farklı olarak – doğuştan sakinizdir.
Her neyse, perukçu sonraları ücretlerini düşürdü ve bir daha böyle bir şey olmadı.
İşte buna kellerin zaferi derim.
BOSTON KUŞATMASI
Boston Kuşatması, Lexington ve Concord Savaşları’ndan hemen sonra başladı. İngiliz yağmalarını durdurmak için yola çıkan Koloni Milis Kuvvetleri İngiliz Ordusu’nu Boston’a kadar kovaladı… İngiliz kuvvetlerini ve Kraliyet yandaşlarını şehirde kıstırıp dışarıda karargâh kurdular. O zamanlar Boston ana karaya Boston Boynu olarak bilinen ince bir kara parçası ile ana karaya bağlanan bir yarımadaydı. Bu boynun kapatılmasıyla şehre giriş çıkış kesilmiş oldu.
Kuşatma Bunker Tepesi savaşı haricinde büyük bir çatışmaya sahne olmadı ve yaklaşık bir sene sürdü. Ancak – her kuşatma gibi – kuşatma Boston’a pahalıya patladı. Özellikle yakacak kıtlığı baş gösterdi ve pek çok bina yakacak olarak kullanılmak için yıkıldı. Elbette ki, İngilizler isyancıların veya isyancılarla bağlantısı olanların evini yıktı. Sonuç olarak, Özgürlük Ağacı veya Eski Güney Buluşma Evi’nin bankları şöminelere gitti.
Kuşatma, isyancılar Boston’un güneyindeki Dorchester Tepelerine saldırması ve tepelerde tahlimat yapmasının ardından son buldu. Boston valisi savaşmak yerine tahliyeyi tercih etti. 17 Mart’da Kraliyet yanlıları şehirden gemilerle ayrıldılar.
17 Mart 17 günümüzde “Tahliye Günü” olarak adlandırılıyor ve Massachusetts’in bazı bölgelerinde tatil ilan edilmiştir. O günün aynı zamanda Aziz Patrick Günü olması sadece… bir tesadüf. (Antik İskoçça’da “Tahliye” “İçebildiğin kadar içmek ve sızıp kalmak” anlamına geliyor niyeyse, yani asla bilemezsin işin iç yüzünü.)
BUNKER HILL SAVAŞI
Bunker Hill Savaşı, Devrimin ilk muharebelerindendi. Teknik olarak, isyancılar kaybettiler, ama bu zaferin İngilizlere faturası da ağır oldu.
Biraz daha açmak gerekirse: isyancı kuvvetlerin, İngiliz kontrolündeki Boston’a taarruza geçebileceği iki istikamet vardı– biri kuzeydeki Charlestown yarımadası, diğeri ise güneydeki Dorchester Tepeleri. İngilizlerin Charleston civarındaki tepeleri kuşatacağı dedikoduları yayılınca isyancılar harekete geçmeye karar verdi.
Dediklerimin amacı bir şeyler anlatmak; küçük bir tiyatro oyunu sergilemek değil elbette.
16 Haziran 1775 gecesi, William Prescott komutasındaki askerler yarımadaya doğru gizlice intikal etmeye başladı, Bunker Hill’i ele geçirdi ve Breed’s Tepesinde tahkimat kurmaya başladı. Bu taktiksel olarak çok acemice bir hamleydi – Breed’s Tepesi düşmanlar için tırmanması daha kolaydı, saldırılara oldukça açıktı ve limandaki İngiliz gemilerini ateşe başlamasına imkân verecek kadar da limana yakındı. Aslında, başlarda Prescott’un emirleri Bunker Tepesine tahkimat yapmak yönündeydi – niye vazgeçtiği hala muallak. Belki de B’li kelimelerle ilgili bir problemi vardı, Bunker ve Breed’s de olduğu gibi. Belki de Britanyalılarla değil Belçikalılarla savaştığını düşünüyordu.
İsyancı orduları için işin iyi yanı ise İngilizlerin de taktik konusunda neredeyse kendileri kadar acemi olmasıydı. General Howe askerleriyle Moulton Tepesine geldiğinde, hemen saldırmak yerine destek gelmesini bekledi. Bu isyancılara tahkimatlarını kuvvetlendirmek hususunda zaman kazandırdı. Howe nihayet saldırıya geçtiğinde ise yanılgıya düşerek düzensiz bir isyancı ordusu bekledi ve birliklerini böldü. Aslında, İngilizler, kesin galibiyeti aldıkları günden önce, daha fazla destek kuvvet aldıktan ve isyancıların cephaneleri tükendikten sonra, iki defa saldırdı ve geri çekildi.
Bilanço raporlarına göre: Pek çok subay dâhil 228 İngiliz askeri ölmüştü ve 800’den fazla yaralı vardı. İsyancıların cephesinde ise 301 yaralı ve 140 ölü vardı. Kıtasal Ordu kendilerinden daha eğitimli olan İngiliz Ordusu karşısında durabildiklerini gösterdi – ve bunun hangi tarafı daha çok şaşırttığını söylemek ise oldukça zor. Bugün bile bu gerçek beni hala şaşırtıyor.
CEBRİ KANUNLAR
Cebri Kanunlar, – bazen Dayanılmaz Kanunlar da deniyordu – Boston Çay Partisi’ne bir tepki olarak birçok kanunun seri olarak kabul edilmesiydi. Başka şeylerin yanı sıra, bu kanunlar, seçimle iş başına gelmiş Massachusetts Yasama Meclisi’ni, o göreve atanan kişilerle değiştirdi ve Boston Limanı’nı Doğu Hindistan Şirketi çayların parasını geri ödeyene kadar kapattı – ki dürüst olalım, bu hiçbir zaman olmayacak. Bu kanunlar Massachusetts Ekonomisi’ne ve özyönetime en büyük darbeydi.
Kanunlar adını, İngiliz Parlementosu’nun kanunların kısıtlamalarıyla bütün vatandaşlarının, minik cici koloni vatandaşlarına dönüşmesine “zorlayıcı” olmasını ve şiddetli protestolara bir son verilmesini istemesinden alıyordu – aynı olayların kendilerinin de başına gelmesini istemiyorlardı. Maalesef kanunlar tam tersi bir etki yaptı – Britanya Muhalefet Partisi’nin bağımsızlık kavgasını daha kolay bir hale getirdi – Kraliyet Yanlıları’nın, Parlamento’nun bizim çıkarlarımızı koruduğunu savunması da zorlaşmıştı.
Öyle görünüyor ki kimse kabadayıları sevmiyor.
ÇAY KANUNU
Çay Kanunu 1773’te yürürlüğe girdi. Bu İngiliz Hükümeti’nin İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’ni ilk başta Hindistan’dan kolonilere direkt olarak çay taşımasını desteklemek için yapıldı – bu sayede ilk başta İngiltere’den geçme zorunluluğu kalkacaktı. Bu, çayın baya ucuzlamasını sağladı – hatta koloni sakinlerinin Hollanda’dan kaçak olarak getirdikleri çaydan bile daha ucuzdu (İngiliz vergilerinden kaçmak için kaçakçılık yapıyorlardı).
Sorun da buydu – ucuz fiyatlara rağmen – İngiliz Hükümeti çaydan vergi toplamaya devam ediyordu. Bu şu anlama geliyordu: Çay almak, koloni sakinlerinin “Temsil eden yoksa vergi de yok!” duruşuna ters düşmek demekti.
Yasa, Palemento’nun kolonilerin bilinçsizce bir vergiyi kabul etmesini sağlatıp, diğerlerine de bu vergiyi uygulatmayı istemesinin sinsi teşebbüsü olarak görüldü ( ki büyük ihtimalle de öyleydi). Koloni sakinleri bu tuzağa düşmedi – Boston Çay Partisi’nin kurulmasına yol açan – herhâlde gelmiş geçmiş en kötü çay partisi bu olsa gerek – Doğu Hindistan çayından kurtulmak için girişimlerde bulundu.
XÇMÖCMXÖMCV. Siz insanlar çok vahşisiniz.
ÇİÇEK AŞILAMASI
Çiçek hastalığı 17. ve 18. yüzyılın afetlerinden biriydi. Semptomların listesi baştan sona iç açıcı – bütün derinde yara olmaya meyilli büyük çıbanlar, yüksek ateş ve kusma. (Hastalığın laboratuvarlarda tutulan örnekleri dışında nesli tükendi – modern çağda yaşadığımıza memnun olmak için bir neden daha.)
Amerika’da çiçek hastalığı için aşılama, Cotton Mather adında bir vaiz tarafından bir kölesinden aldığı fikirle 1720 başlarında Boston’da başladı. Metod biraz iğrenç olsa da basitti; hafif hastalık kapmış birilerini buluyorsun sonra yaralarından bir parça alıyorsun ve onu aşı olacak kişinin derisinin altına koyuyorsun (genellikle baş ve işaret parmağı arasındaki bir kesiğe). Bu kişi hastalığın daha az acılı bir formunu kapardı ve sonrasında 10 yıl boyunca buna bağışıklığı olurdu.
İstatistiki konuşursak, aşı işe yaradı, ama dezavantajlarıyla birlikte. Çiçek hastalığının her formu tehlikeliydi ve insanlar sürekli aşı oldukları için ölüyordu. Ayrıca, insanları aşılamada hastalık bulaştırmak önemli olduğundan her zaman bir salgın riski vardı. (Bir tedavinin hastalıktan daha kötü olması.)
1776’da aşılamanın daha az tehlikeli bir formu tanıtıldı. Edward Jenner adında bir İngiliz doktor – tabii ki bir İngiliz’di, ineklerdeki çiçek hastalığının da (ölümcül olmayan) normal çiçek hastalığına bağışıklık geliştirdiğini keşfetti. Jenner bu keşfi küçük bir çocuğu inek çiçek hastalığı bulaştırarak yaptı ve sonra ona çiçek hastalığı bulaştırmayı denedi (bilim adına. Eminim çocuk bunu bilse çok sevinirdi). Metodlarına bakılırsa, Jenner’in buluşlarının tıbbi kuruluşlarda hoş karşılanmaması sürpriz değil ve inekteki çiçek hastalığına dayanan aşılar 1800 sonrası bir zamana kadar yaygın olarak kullanılmadı.
PUL KANUNU
Pul Kanunu İngiliz ve Hint savaşlarında harcanan parayı karşılamak amacıyla Amerikan kolonilerini vergiye bağlayarak alınan paraydı – Amerikan kolonileri de teorik olarak bu durumdan en çok yarar sağlayan taraftı.
Parlemonto Damga Vergisini koymayı seçti çünkü basitti, kolayca uygulanabilirdi ve koloni sakinleri onların topraklarından vergiyi ödemeden mal kaçıramayacaklardı. Tüm kâğıtlar – gazetelerden tut da yasal dokümanlara, avukat lisanslarına kadar – kullanılabilmek için hükümetin damgasına sahip olmalıydı.
Bununla beraber Parlemento’da kolonileri temsil edecek koloni parlementerleri olmadığı için koloni sakinleri, İngilizlerin onları vergiye bağlama haklarının olmadığını düşünemedi (bu andan itibaren huysuz Devrimcilerin sloganları “Temsil eden yoksa vergi de yok” oldu.). İngiltere’nin savaş borçlarından sorumlu olmalarının – çünkü koloni sakinlerinin oluşturduğu milis güçlerin savaşta büyük bir rolü vardı – ve Fransız ve Hint savaşlarının kazanılmasının ima edilmesine gücenmişlerdi. Büyük halk protestoları kendilerine “Özgürlüğün Çocukları” diyen bir grup tarafından örgütleniyor. Esnaflar İngiliz mallarını boykot etmeye başladılar. Belki de en önemlisi, vergilerin toplanması için görevlendirilen insanlar tehdit edilmiş ve korkutulmaya boyun eğmiş insanlardı. Massachusetts Damga Dağıtıcısı Özgürlüğün Çocuklarıyla Boston boyunca alay halinde yürüdü ve Özgürlük Ağacı’nın altında boyun eğmeye zorlandı.
İngiltere 1766 Mart’ında Damga Yasası’nı yürürlükten kaldırdı ve o zamana kadar halktan hiç damga vergisi toplanmadı. Ama bu koloniler için tam anlamıyla bir zafer değildi. Parlemento Bildiri Yasası adında bir şeyi yürürlüğe soktu – açıkça belirtiyordu ki, İngiltere’nin koloni sakinlerini vergiye bağlamaya mutlak bir hakkı vardı ve onların bunu engellemek için yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.
Kendi ülkelerini kurmaktan başka.
DİĞER
BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ
Bunu duymuş da olabilirsin duymamış da. İşta bu doküman, 4 Temmuz 1776’da İngiltere Kongresi’nin kabul etmek için oyladığı ve 13 koloninin bağımsızlığını beyan ettiği doküman – günümüzde Amerika’da 4 Temmuz Bağımsızlık günü olarak kutlanıyor. Yaygın inanışa rağmen, doküman aslında 4 Temmuz’da imzalanmadı -. Beyanneme’nin sureti Ağustos’un başında çıkartılabildi ve o zamana kadar ilk imzalar Beyanname’ye eklenmedi – diğer imzalar delegelerin Philadelphia’ya varmasının ardından eklendi. Bazılarına göre son imza 1777’ye kadar eklenmedi.
Beyanname’de “Tüm insanlar eşit yaratılmıştır.” diye ifade edilse de insanlar “Yaşam, özgürlük ve mutluluğu kovalamak” ilkesini hak olarak kazandıklarından beri bu ilke bundan sonraki devrimler için ilham noktası haline geldi. Bu devrimlerin en tanınmışı da Fransız İhtilali olsa gerek – Amerikalıların kendi bağımsızlık savaşında Amerika’yı destekleyen birçok hükümete karşı olan devrim. Oops.
CHESAPEAKE SAVAŞI
Bu savaşta, Amiral De Grasse idaresindeki Fransız gemileri Chesapake Körfezi’ni ele geçirmeye çalışan İngiliz Donanması’na karşı mücadele etti. Kulağa hoş gelen bir anlatım değil, ama biraz katlan bana – İngilizlerin teslim olması ve savaşın sona ermesi konusunda çok önemli bir nokta. Bundan bahsetmeyi sevmem ama bu sefer bahsedeceğim.
George Washington De Grasse’ye bir seçenek sundu ya New York’a (İngiliz Üssüne) ya da Virginia’ya (İngiliz birliklerinin konuşluğu olduğu yere) saldıracaktı. De Grasse Virginia’yı seçti – deniz manevralar için daha uygundu ve zaten elinde New York’u kuşatmaya yetecek kadar ekipman yoktu.
De Grasse West Indies’de konuşlandı, gizli şekilde – ya da en azından öyle olmasına çalıştı. İngilizler onun savaş gemilerinin ortada olmadığını fark etti. Seni bilmem, ama bir sürü savaş gemisi birden ortadan kaybolsa şüphe duyardım ben. Kafalarda soru işaretleri oluştu haliyle. Nereye gittiklerini tahmin etmek haliyle zor olmadı.
İngiliz Donanması Chesapeake Körfezi’ne De Grasse’yi durdurması için gemi gönderdi. Kestirmeden gittiler; halbuki De Grasse uzun yoldan yavaşça – ana rotalardan uzak durarak ve göze görükmeden – gidiyordu. Bu yüzden İngilizler Chesapeake’e vardığında tamamen… boş buldular körfezi. Donanmanın kalanına katılmak için Chesapeake Körfezi’ni Agustos sonunda gelecek olan De Grasse için boş bırakıp New York’a doğru yelken açtılar. Zekiceydi. Ve uzun yoldan ilerleyerek, De Grasse bir nevi kara geçmişti.
İngiliz donanması bir haftadan kısa zamanda dönmüştü ama o zaman olan olmuştu bile. Körfezi tutan Fransız kuvvetlerinin karşısında çok az sayıda kalmışlardı. Burada kullanılması gereken teknik terim bence “Uupps”. (Bir tane daha var aslında, ama ‘S’ ile başlıyor, o yüzden söylemeyeyim.)
De Grasse’nin donanması İngilizleri açık sularda karşıladı. Gün batımından sadece iki saat önce savaştılar. Silahlarını ateşledikleri tek zaman bu zamandı. De Grasse İngilizleri limanın uzağına, güneye doğru çekti, ve bu sayede Rhode adasından gelen Fransız destek kuvvetlerine zaman kazandırdı ve körfezin yeniden alınmasını sağladı.
Kendilerini çok azınlıkta kalmış ve köşeye sıkışmış bulan İngilizler Virginia’da destek sağlayacakları askerleri bırakıp New York’a çekilmek zorunda kaldı.
Teknik olarak savaşın bir galibi yoktu. Benim görüşüme göre. Ancak, büyük zafer Virginia’daki İngiliz askerleri başka yollarının kalmadığını anlayıp teslim olduğunda kazanıldı.
DİLENCİ OPERASI
Dilenci Operası 1728’de Londra’da açıldı. Bu ilk yazılan müzikallerden biriydi. Müzikal ileri gelen iki edebi kişiliğin, Alexander Pope ile Jonathan Swift’in arkadaşı olan yazar John Gay tarafından yazıldı.
Opera hem popülerdi hem de tartışmalara açık. Popülerdi, çünkü o zamanlar çok revaçta olan İtalyan Operası’nın güzel bir örneğiydi. Bununla birlikte, karmaşık İtalyan şarkılarını içerse de, Beggar’ın Operası İtalyanca bilmeyen insanların bile mırıldanabileceği, seyircilerin tanıyabileceği halk ezgilerine sahipti.
Konusundan dolayı da tartışmalıydı. Hikaye Newgate hapishanesinde geçiyordu ve tüm ana karakterleri daha çok üst seviyeden insanlara benzeyen mahkumdu. İngiliz soyluluğuna gönderme yapılıyordu ve hükümetin başındaki, geleneksel bir mizah duygusuna sahip olmayan kişiler gizlice eleştiriliyordu. Şahsen orada kim var esprisine gülen bir Kraliçeyle hiç tanışmadım.
Aslında ben hayatımda hiç Kraliçe tanımadım.
Beggar’ın Operası “eğlencenin temel formu” olmasından ve -ana karakterleri suçlulardı- suç oranlarındaki artışlardan dolayı eleştiriliyordu. Eleştirinin sadece filmler ve video oyunları hakkında olmadığınu görmek güzel. Kanlı opera – çocuklarımızı baştan çıkarıyor.
PARİS ANTLAŞMASI
Bu, İngiltere ile Amerika arasındaki savaşı bitiren antlaşmaydı. (Bu antlaşmayı Fransızlar ile Hintliler arasındaki savaşı bitiren 1763 Paris Antlaşması ya da Fransızlar ile İsveçliler arasındaki savaşı bitiren 1810 Paris Antlaşması ile karıştırmayın. Paris antlaşmaları sever.) Amerikan ve İngiliz kuvvetleri arasındaki savaş, Cornwallis’in Yorktown’daki teslim oluşunun ardından 1781 yılında neredeyse sona erdi. Bu anlaşma, savaşın bitiminin nasıl olacağını belirledi, Amerika’nın 13 milletini ve 13 eyaletini yeni bir millet olarak kabul etmedi.
Antlaşma aynı zamanda iki tarafta da bulunan savaş mahkumlarının serbest bırakılmasını, LOYALISTLERin ve aynı şekilde Vatanseverlerin el konulmuş konutlarının iade edilmesini, Amerika’nın sınırlarının genişletilmesini sağlıyordu. Gerçek tabiki de daha karmaşıktı – iki taraf da teorik olarak diğerine ait olan mal varlığın iade edilmesini reddetti, bu tıpkı kavgalı bir boşanma ya da ucuz şarkılarla dolu bir CD gibi bir şeydi. Toprakların genişletilmesi teklif edilir edilmez -a slında İspanya’nın bu arazilerin kime ait olduğu hakkında bir fikri vardı – Indigenous insanları orada yaşamaya başladılar.
YORKTOWN SAVAŞI
1783’e kadar devam edecek olan küçük çatışmalara rağmen, Yorktown İngilizler ile Kıtasal Ordu arasındaki ana çatışmaydı – Amerikan Devrimi’nin bitmesinde de etkiliydi…
1781 yazında, İngiliz Generali Lord Cornwallis Virginia’daki derin su limanını korumak için emir aldı. O da, Chesapeake Körfezi’ndeki Yorktown’u seçti. Eylül’ün sonunda Cornwallis’in birlikleri şehrin güvenliğinden emin olduktan sonra, New York’tan yeni erzakları getirecek olan gemileri beklemeye başladı. (Cornallis New York’tan gelecek olan erzakları taşıyan gemilerin Eylül’ün başında Fransız donanması tarafından Chesapeake Savaşı’nda bozguna uğratıldığını bilmiyordu. Bunu bilseydi muhtemelen işi biterdi.).
İsyancıların tarafında, George Washington Fransa’nın yardımını elde etmişti ve yeni birliklerini sahaya sürmek için sabırsızlanıyordu. New York’taki İngiliz merkezine bir saldırı yapmayı uygun gördü – ama bunu yapabileceği ekipmanı ve birliği olmadığı için Yorktown’daki Cornwallis’e saldırmaya hazırlandı.(George Washington’ın ikinci seçeneği olduğunu duysa, Cornwallis’in heralde koltukları kabarırdı.).
Kıtasal Ordu’nun ve Fransa’nın birlikleri, Eylül dolaylarında Yorktown’a doğru hareket edip yerleşmeye başladılar. 6 Ekim’de tüm siperler yapıldı ve kuşatma başladı.
Washington’ın stratejisinin kilit noktası Fransız askerleri tarafından getirilen toplardı. Bir haftadan daha uzun süre şehri bombaladı ve savunma hatlarını aşındırdı, Fransızların ve Kıtasal Ordu’nun askerleri şehrin dışındaki iki tahkimli menzili düşman askerlerinin başlarına yıktı. Bu durum topu, şehre ulaşmak için tek başına kullanılabilecek bir konuma koydu ve Cornwallis’in savunmasını kısa sürede yerle bir etti. Ekim’in 19’unda teslim oldu.
Yorktown’un düşmesi, İngiltere’nin savaşa devam etme politikasını da suya düşürdü – artık savaşa devam etmek çok pahalı olacaktı. Parlemento barış görüşmelerine başladı. İngiliz vatandaşları da küçük popolarını kaldırıp kolonilerin medeniyetsiz ve kokuşmuş olduğunu, ZATEN onları kotrol etmek istemediklerini söyleyecekleri nutuklarını çalışmaya başladılar.
Doğru, sizi gidi kokuşmuş koloniler!
NEW YORK
BUTTONWOOD ANTLAŞMASI
Buttonwood Anlaşması, New York Ticaret Odası için bir müjdeciydi. Anlaşma Wall Caddesi’ndeki bir Buttonwood ağacının altında imzalandı – anlaşma da adını buradan aldı. Allah’tan ağacın adı Maymun Bulmacası Ağacı değildi – bu anlaşma için hiç de ölçülü bir isim olmazdı değil mi?
Anlaşma aslında çok basitti – 24 yerli esnaf sadece kendi aralarında ticaret yapacaklarına ve ne ticareti yaparlarsa yapsınlar birbirlerinden %0.25 komisyon ücreti alacaklarına anlaştılar.
Bu arada 1792’nin ticaret stoğu yapmak için erken bir tarih olduğunu düşünüyorsun ama öyle değildi – ilk savaş ilişkileri 1790’da, iki yıl önce, Alexander Hamilton tarafından harekete geçirildi. Yani yanılıyorsun, fikirlerini kendine saklasan iyi edersin.
BÜYÜK NEW YORK YANGINI
Büyük Yangın New York’taki binaların neredeyse çeyreğini yok etti, ve bu durum şehrin İngilizler tarafından işgali süresince bir konut krizine sebep oldu.
Şu anda New York oldukça ıssız – Kraliyet Yanlıları şehri boşaltır boşaltmaz Kıtasal Ordu New York’a yerleşti. Daha sonra Kıtasal Ordu şehri terk ederken birçok Vatansever de onlara katılarak şehri terk etti. Çoğu bina bomboştu ve şehirde ağır bir hava vardı. Alevler yayılmaya başladıklarında şehrin yoksul kesimine doğru ilerledikleri görüldü, aynı anda birden fazla yere sıçrayıp yangın çıkarıyorlardı. Bu durum muhtemelen Kıtasal Ordu’nun sorumlu olduğu fısıldanan dedikodunun çıkış noktasıydı – bu kadar büyük bir yangın, kaza sonucu çıkmış olamazdı.
Ama kaza sonucu olmuş gibi görünüyordu. Asilerin bu yangın işine karıştıklarına dair tek bir kanıt yoktu. Washington geri çekilirken şehri ateşe vermeyi düşündü, ancak kongre buna karşı red oyu verdi. Washington, yangın olayı hakkındaki raporlarında oldukça açık belirtmişti: “Tanrı’nın takdiri ya da iyi ahlaklı birisi, kendimiz için yapmaya niyetli olduğumuz şeyi üzerine daha da katarak bizim için yapmış.” Bu: “Bunu biz yapmadık! Ama olnlar için de üzgün değiliz…” demekti.
TAHLİYE GÜNÜ (NEW YORK)
Tahliye Günü, Amerika Devrimi sonunda, İngiliz askerlerinin New york’tan denize açıldıkları gündür. (Massachusetts’teki Tahliye Günüyle karıştırılmamalıdır – şu Devrime yakın bir zamanda İngilizlerin Boston Limanı’na doğru yola çıktıkları gün.)
Paris Antlaşması, Eylül başlarında savaşı sonlandırınca, İngilizler’in eşyalarını toparlayıp New York’taki kalelerini terk etmek için bir süre kaldılar – ana sebep, Kraliyet Yanlıları’nın ülkeyi terketmek için ani bir ihtiyaç duyması ve bu yüzden beklenilenden daha çok insanın taşınmasıdır. Ayrıca, muhtemelen iş yapmadan birkaç gün geçirmek istemişlerdir.
Tabii ki, İngilizler pratik şakacılar olarak bilinir, ve bu yüzden birkaç arkadaşça iğnelemeye karşı koyamadılar. Ayrılmadan önce, askerler İngiliz bayrağını Bowling Green’deki bir göndere çivilediler ve sonra direği yağladılar. Korkusuzca, Amerikalılar İngiliz filosu gözden kaybolmadan, çivi çakarak direğe tırmanıp Amerikan bayrağını takmayı başardılar. Bundan sonra, yağlı direğe tırmanıp İngiliz bayrağını yırtmak, New York’un Tahliye Günü festivalinin bir parçası oldu – ancak siz Amerikalıların daha iyi hobilere ihtiyacı var.
Başka bir İngiliz iğnelemesi daha sade – bir İngiliz gemisi, giden filoyla alay eden Staten adasındaki kalabalığa top atışı yaptı. Kimse yaralanmadı, top karadan uzağa düştü ama bu bazen Amerika Devrimi’nin son atışı olarak söylenir.
Tahliye Günü artık o kadar çok kutlanmıyor – 1863’te Şükran günü kasımın sonuna alındığında rağbet düştü.
YABAN
BRADDOCK SEFERİ
Bu savaş Fransız-Yerli Savaşı’nın bir parçasıydı. Savaşta, Edward Braddock’un 1500 kişilik İngiliz Piyadesin oluşan birliği ve beraberindeki milisleri, kendilerinin yarısı kadar bir Fransız birliği karşısında bozguna uğradı.
İngiltere’de pek çok kişi bundan bahsetmez.
Braddock Ohio Nehrinin yukarısındaki Duquesne Kalesini ele geçirmek için gönderilmişti. Subaylarının arasında genç George Washington da vardı – büyük ihtimalle Washington araziyi bildiğinden ve Necessity Kalesi’ni bir yıl öncesinde teslim olduğunda olsa gerek.
Fransız askerleri ve yerliler tarafından pusuya düşürüldüğünde Braddock’un askerleri Duquesne Kalesi’nden 10 mil kadar uzaktaydılar. Braddock’un öncü kuvvetleri bozguna uğradı ve ordunun ana kısmına geri çekilmek zorunda kaldı. Arkayı koruyan askerlerse dur emrini duymadı ve ordunun ana kısmına doğru ilerlemeye devam etti. Sonuç tam bir hezimet oldu. Washington hariç tüm subaylar öldürüldü. Braddock bile çok ağır yaralanmıştı; Washington onu savaş meydanının dışında taşıttırmıştı ancak 4 gün sonra Braddock ölecekti. Tarihten bir not olarak – Braddock subaylarının kuşaklarını saklaması için Washington’a vermişti. Washington kendine deneni yaptı ve kuşakları sakladı – Hala Mount Vernon’a sergilenmektedir.
Savaş “Braddock’un Bozgunu” olarak da bilinir, ama çok tuhaftır ki kimse nedenini bilmez.
Şaka yapıyorum. Ama eğer bana bunu açıklaman gerekse bile, bunun için pek de hazır olduğunu sanmıyorum.
FORT STANWIX ANTLAŞMASI
Bu antlaşma Indigenos insanları ile her zaman diğerlerinin malına el uzatan koloni sakinleri arasında süren arazi anlaşmazlığını çözmek için yapıldı.
III. Kral George 1763’te gerçeklikle ilgisi olmayan bir sınır çizdi. Kolonilerde oturanlar sınır çizilmeden önce sınırın batısında oturuyorlardı – Kral’ın araziyi bu kadar rahat kullanamayacağından bahsetme gereği görmüyorum bile (Bu fikrin Kral’ın aklına birden bire geldiğine eminim – zavallıcıklarım, unutmayalım ki iş başkalarının haklarını korumaya geldiğinde Krallar dillere destan şekilde unutkan olabilirler…).
Iroquois konfederasyonunun üyeleri kendileri ve diğer bazı küçük milletler (Shawnee’ler gibi) için yeni bir sınır hakkında görüşmek üzere Fort Stanwix’te William Johnsonla buluştu.
“Görüşmek” kelimesini oldukça nadir kullanırım – gerçekte Iroquoisların anlaşmayı imzalamak dışında başka bir seçenekleri yoktu. Ya arazilerinin bir bölümünü verip barış ortamını (geçici de olsa) sağlayacaklardı ya da savaşmaya devam edip savaşı daha da uzatacaklardı. Sorun, savaşın daha ne kadar uzayacağıydı.
Antlaşma imzalandığında, en azından… Johnson için cömertçeydi – arazilerin devredilmesine rağmen o yılın başında İngilizler Cherokee’yi terk etti. Aslında Stanwix antlaşması oldukça tartışmalıydı, İngiliz Ticaret Odası Johnson’a antlaşmayı tekrar görüşmesi için emir verdi. Johnson reddetti.
Johnson arazi sayesinde servetine servet kattı – herhalde bu antlaşma onun kafasına konan bir devlet kuşu.
FRANSIZ – KIZILDERİLİ SAVAŞI
Bu uzun zamandır süregelen İngiliz-Fransız rekabetinin sahne olduğu pek çok savaştan biriydi. Siz buna REKABET diyebilirsiniz. Bense buna asker olmadan oynanan bir zihinsel SAVAŞ demeyi yeğlerim.
Bu savaş kimin en büyük Sömürgeci Güç olduğu gösterme çabasından ileri gelmekteydi. Elbette, sadece İngilizlerin ve Fransızların birbirleriyle savaşmaları yetmezdi – bazı Yerel Kuzey Amerika kabilelerini de çatışmaya katılmaya ikna ettiler, bu yüzden savaşın adı ‘Fransız ve Yerliler Savaşı’.
Savaş kolonilerde çıktı ancak daha sonra “Yedi Yıl Savaşları” adıyla anılacağı Avrupa’ya da sıçradı. Sen belirtmeden önce diyeyim, evet, savaşın yedi yıldan uzun sürdüğünü biliyorum. Çatışmalar 1754’de başladı, buna rağmen 1756’ya kadar resmi bir savaş ilanı olmadı. Ama farkettiğin için aferin, matematiğin iyiymiş. Okulda çok popüler olduğuna kalıbımı basarım.
George Washington asıl savaşı başlatma şerefine nail oldu – emirlere uyarak, elbette ki. İhtilaflı bir bölgeye istihkam kurması için gönderildi. Bunu yaparken, Fransız devriyelerinin olduğu yerlerden geçti. Washington saldırdı, Fransızlar misilleme yaptı. Bunu ise iki İngiliz Piyade Alayı’nın müdahil oluşu izledi. Her şey böyle başladı işte.
İngilizler 1758’e kadar savaşı kaybediyordu ta ki savaşa kaynak sağlamayı öncelik olarak belirleyen yeni başbakanları göreve gelene kadar. Büyük ihtimalle Fransızlar’a duyduğu nefret sebebiyle yaptı bunu. Belki de bir defasında kötü bir Fransız ekmeği yemiştir. Gelen destekle, İngilizler – yerel müttefikler ve koloni milisleriyle beraber – yavaş yavaş da olsa durumu düzeltmeyi başardı. Nihayetinde, Fransızlar Kuzey Karayip’deki tüm topraklarından çekilme zorunda kaldı, Bu gün İngiltere’de “Her Yıl, Tüm gün” adıyla kutlarız.
Kısacası İngilizler kazandı – ama sırtımıza büyük savaş borçları yüklendi. Bu borçları Fransızlara karşı kendilerine yardım eden kolonilere, onları soğan ekmekle yaşamaya mahkum edercesine daha fazla vergiyle ödetmeye çalıştılar. Koloniler buna Amerikan Devrimi’ne zemin oluşturacak rahatsızlıklara yol açacak dizi protestoyla karşı çıktı. Hala minnettarlıktan bahsediyorsun. Aptalca!
LEXINGTON VE CONCORD SAVAŞLARI
18 Nisan 1775 gecesi, İngiliz Piyadeleri Concord’daki isyancı cephanesini yağmalamak için Boston’dan ayrıldı. Ana sebep ani bir baskın ile yağma yapmak, isyancıların İngilizlere saldırma planlarını alt üst etmek ve isyancı elebaşları John Hancock ve Samuel Adams yakalamaktı. Bu plan İngilizler için talihsiz bir sonuç doğurdu: Amerikan Devrimi.
Diğer bir deyişle: bu savaş İngilizler için tamamen bir kabusa dönüştü. Açıkçası kullanırken yüzde yüz rahat olduğum bir cümle değil bu.
İsyancılara haftalar öncesinden baskın haberi gelmişti – İngilizlerin ele geçirmek istediği silahların çocuğun zaten başka bir yere nakletmişlerdi. Baskından bir önceki gece, Paul Revere ve William Dawes İngilizlerin, bulundukları yere doğru ilerlediklerini herkese haber vermişti. Yani, Piyadeler şafağa doğru Lexington’a doğru ilerlerken, yerel milisler saldırıya karşı hazırlıklıydılar.
İlk kurşunu hangi tarafın attığını kimse bilmiyor – İngilizler isyancıları suçluyor, isyancılar da İngilizleri – ama sonnuç olarak, Lexington milislileri sayıca oldukça azınlıktaydı ve geri çekilmek zorunda kaldılar, ve İngilizler Concord’a ilerlediler.
Çoğu rapora göre, İngilizler Concord’da oldukça halka saygılı davrandılar. Ama, elbette, John Pitcairn yerel bir taverna sahibini silahla tehdit etmesi hariç… ama doğruyu söylemek gerekirse, taverna sahibi silahların nerede olduğunu BİLİYORDU.
Genel olarak, yakınlardaki milisler şehirden yükselen dumanları görene kadar ortam sakindi – şehrin ateşe verildiğini düşündüler ve şehre doğru intikal etmeye başladılar ve bu olay Kuzey Köprüde savaşın patlak vermesine yol açtı.
İngilizlerin Concord’dan ayrılacağı süre dahilinde, daha da fazla milis, Piyadelerin azınlıkta kalmasına ve gerilimin tırmanmasına yol açtı ve çatışmaya katıldı. Yeni gelen askerler bulabildikleri her şeyi kendilerine siper edip, İngilizleri cesurca püskürttü. İngilizlerin yapabileceği pek bir şey kalmamıştı – ve yıpranmışlardı, üstüne üstlük çoğu askerlerinin cephanesi bitmişti. Bazı Piyadeler düzene aykırı hareket etmeye ve firar etmeye başladı. Hatta kalanları ise – Boston’a olan uzun bir yürüyüş bekliyordu.
Savaştan sonra dağılmak yerine, milisler Boston girişinin dışında tekrar toparlanıp Boston Kuşatması’na başladılar, ve Kıtasal Ordu’nun temelleri atıldı.
MONMOUTH SAVAŞI
Monmouth Savaşı stratejik olarak önemli bir savaş değildi ama Washington ve Kıtasal Ordu’nun kendini kanıtlaması açısından önemliydi. Ayrıca neredeyse bir felaketti. Çok erken açık ettim sanırım, neyse.
İngilizler, Fransızların Devrim Savaşları’na katıldığını öğrendiğinde, askerlere Philadelphia’dan çekilip New York’a intikal etmeleri emredildi. Oldukça geniş çaplı bir yolculuktu. Motorlu araçların icadını bekleyemezlerdi haliyle.
Kıtasal Ordu Forge Vadisi’nde olan kış kampını yeni bitiriyordu ve George Washington yeni eğitilmiş askerlerini kullanma konusunda tedirgindi. İlerleyişlerini yavaşlatmak – belki de durdurmak – amacıyla İngiliz birliklerine karşı taarruza geçti.
Washington ön saldırı için Charles Lee’yi seçti. Lee, İngiliz askerlerine bu konumda saldırılmaması gerektiğini öne sürerek kabul etmedi. Ancak, Washington tüm onun ısrarlarını reddetip, Marquis de Lafayette’ye komutayı vermeye niyetlendiğinde ise, Lee görevi kabul etti.
Lee’nin birlikleri İngiliz birliklerini Monmouth mahkeme binası civarlarında yakaladı ve saldırıya geçti. Hava oldukça sıcaktı – 38 dereceden daha sıcaktı – ve iki tarafında askerleri de sıcaktan bitkin düşmüştü. Havaya rağmen, Kıtasal Ordu, Lee – bugün bile çoğu tarihçinin kafasını karıştıran- geri çekilme emrini verene kadar oldukça iyi de savaşıyordu. Herkes onun böyle bir savaş için oldukça barışsever olduğunu düşünmüştür. Ama elbet halk senin ve benim bildiğimi bilmiyordu… zeki hissetmek çok güzel değil mi?
İlk defa mı böyle hissediyorsun?
Herneyse, Lee’nin planı geri tepti – Washington geldiğinde askerleri geri çekilirken buldu, ama askerleri tekrar toparladı ve saldırıya geçti. İki ordu, İngilizler Kıtasal Ordu’nun zaferini kabullenip karanlıktan istifade New York’a doğru yola koyulana kadar savaştılar. Yine de, Washington’un askerlerinin – nihayet – İngiliz askerleriyle boy ölçüşebilecek düzeyde olduğunun bir kanıtıydı bu.
Savaş Washington’un yıldızının parlamasını sağladı – ve Lee için ise işler kötüleşecekti. Lee tutuklandı, askeri mahkemede yargılandı ve ordudan ihraç edildi.
PAUL REVERE’NİN GEZİNTİSİ
Lexington ile Concord Savaşları’nın başlamasından bir önceki gece Paul Revere ve William Dawes kırsal kesimdeki insanları İngiliz Nizamilerin ilerledikleri hakkında insanları uyarmak için Boston’dan ayrıldılar. Bilhassa, John Hancock ile Samuel Adams’ı uyarmak istiyorlardı çünkü askerler onları tutuklayacaklardı.
Rrevere Boston’ı Charles Nehri boyunca yola alacak olan bir gemiyle terk etti, daha sonra yoluna Charlestown yarımadasında devam etti. Dawes, Boston kıstağından geçen daha uzun yolu tercih etti. Lexington’a ilk varan Revere oldu, Dawes’in de az bir yolu kalmıştı.
Lexington’daki Hancock ile Adams’ı uyardıktan sonra Dawes ve Revere Concord’a kadar gitmeye karar verdiler. Oradaki insanları gelecek olan akından haberdar edeceklerdi. Lexington’daki nişanlısını ziyarete gelen Samuel Prescott’a katıldılar. Prescott, Concrod’da yaşamıştı, bu yüzden de araziyi avucunun içi gibi biliyordu. Hep beraber yola çıktılar!
Üç adam Concrod yolunun yarısını tamamlamışlardı ki bir İngiliz devriyesi tarafından durduruldular. Rrevere yakalandı ama Dawes ve Prescott kaçmayı başardılar. Dawes atını kaybetti ve Lexington’a kaçmadan önce bir ahırda bir süre saklandı ama Prescott alarmı çalmak için Concord’a ulaşmıştı bile. (Onu tek başına görmeleri iyi oldu.)
Yıllar sonra, Henry Wadsworth Longfellow, tüm destekçileri tek bir çatı altında toplayan Paul Revere hakkında bir şiir yazacak. İşte bu yüzden herkes Rrevere’nin adını biliyor ve herkes ona büyük bir saygı duyuyor.
SULLIVAN SEFERİ
Sullivan Seferi Washington’un İngilizler ve İrokualar tarafından kuzey sınırında yapılan yağmalara karşı yapılan bir misillemeydi. Joseph Brant ve John Butler komutasındaki birlikler Wyoming ve Cherry vadilerindeki kalelere ve yerleşim yerlerine saldırıp milislerin yanısıra kadınları ve çocukları da öldürüp kafa derilerini yüzdüler.
Washington’un emirleri açık ve netti. Problemi iyice dallandırıp budaklandırmak için, Sullivan bulabildiği tüm İrokua yerleşmelerine saldıracak, oraları ateşe verecek ve alabildiği kadar esir alacaktı. Sullivan 40 İrokua köyünü yakıp, 160,000 ölçek mısırı ateşe vererek bu emri yerine getirdi. Askerleri kurbanların derilerini yüzerek ve kabinlerde insanları yakarak kendiliklerinden eski zulümlerin intikamını aldı. Sullivan ayrıca saldırılarını sadece düşmanlarla sınırlandırmadı da. Savaş süresince tarafsız kalan Onondaga’ya da saldırdı. (Bu saldırı haliyle Onondaga’yı Vatanseverlerin düşmanlarının cephesine yaklaştırdı.)
Sonuç olarak, Sullivan seferi iki taraf da sürekli aldığı saldırıların intikamını almaya çalıştığından yağmalar hiç durmadı ve devrim süresince devam etti. Sürekli saldırılar Kanièn:keh Bölgesini(Mohawk Vadisi olarak da bilinir) ve çevresini harabeye çevirdi.
Sullivan Seferi yüzünden, George Washington İrokualar arasında “Köy Yıkan” adıyla anılmaya başladı. Ancak bu lakabın kökeni biraz tartışmalı zira bu lakabı Fransızlar ve Yerliler arasındaki savaşta yıktığı köylerden de almış olması muhtemel. İşte büyük bir devlet adamının özelliği – yakıp yıkma politikası sebebiyle ne zaman ün kazandığını söylemek zor çünkü bunu o kadar çok uygulamaya koydu ki.
VALLEY FORGE
Burası Kıtasal Ordu’nun 1777-78 içindeki kışlık karargah bölgesi.
Forge Vadisi konum olarak Washington’ın ilk tercihi değildi. Benim ilk tercihimse Bahamalar olurdu, ama görünüşe göre bu oldukça uygunsuz bir konum seçimi demekti. Vadi oldukça tenhaydı, ordunun barınak ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamanın büyük bir kentten daha kolay olacağını düşündü. Öbür yandan Kongre ordunun yakınlarında olmasını istedi – kendileriyle (New York’ta) İngiliz Ordusu’nun (Philadelphia’da) aralarında durmasını istiyordu. Forge Vadisi, İngiliz askeri birliklerini rahatsız etmeye yetecek kadar Philadelphia’ya yakın, İngilizlerin yapacağı herhagi bir süpriz saldırıdan kaçınacak kadar uzaktı. Süprizlerden arındırılmış bir hayat. Tam da istenebilecek bir dilek.
Washington bir noktaya değindi – ordu erzak almakta zorlanıyormuş ve Forge Vadisi de askeri birlikler için barınak sağlayamıyormuş. Hava ılımandı ılıman olmasına ama, ordunun üçte birinin ayakkabısı yoktu ve hava onlara göre soğuktu. Ilıman hava, havanın nemli olması da demekti, hastalıklar da aldı başını yürüdü – binlerce kişi öldü.
Tüm bunlar Forge Vadisi’ni tam bir felaket gibi gösterse de şaşırtıcı bir şey vardı – aslında bir felaket değildi. Daha iyi ekipmana sahip askerler devriye görevini üstlendiler, diğerleri de evleri inşa ettiler. Nathaniel Greene levazım subayı ilan edildi ve erzak tedarik etti. Yiyecek miktarı azalmaya başladığında kullanacakları bir hisse payı icat etti. Baron Von Steuben ile diğerleri geldi ve askerleri askeri taktikler ile kamp kurmanın temel tertipleri hakkında talim ettirmeye başladılar. Hastalıkların yayılmasını engellemek için sağlık önlemleri hakkında da eğitim verdiler.
Forge Vadisi facia olmaktan öte, günümüzde Amerikan ordusunun “talim yeri” olarak efsanevi bir konumdadır. Orada olup acı çekenlere için oranın rahat bir yer olmadığını anlayabiliyorum. “Evet, kötü bir hastalık kaptın – ama tebrik ederim, kendini kanıtlamayı başardın!”
Ordu başarılı bir savaş gücü meydana getirdi – Monmouth Savaşı’nın zaferini ivedilikle kazandı.
ZARURET KALESİ SAVAŞI
Bu savaş, Fransız-Kızılderili savaşı’nı başlatan savaşlardan biriydi ve başlangıç savaşlarının heyecan verici olması önemlidir ki aksi halde insanlar ilgilerini kaybederler.
1754’te, George Washington bir grup Virginia milisi ile Ohio Nehri’ne gönderildi. Buradaki arazi İngiliz koloni sakinleri ile Fransızlar arasında tartışma yaratıyordu. Washington’ın görevi Duquesne Kalesi’ni geri alıp Fransız güçlerini bölgeden dışarı sürmekti.
Washington ve birliği Jumonville Glen’de bir Fransız karakoluna saldırdı ve bu savaştaki ilk şiddet gösterisiydi. Washington karşı bir atak bekliyordu ve bu nedenle birliğindekiler ikmal maddelerini çevreleyen kazıktan çitler yaptılar -isminden de anlaşılacağı gibi bir “Zaruret Kalesi”.
Ancak kaleyi “Eksiklik Kalesi” olarak da adlandırabilirlerdi çünkü ikmal maddeleri çabucak tükendi ve milisler (ve İngiliz düzenli destekleri) kısa sürede yenik düştüler. 4 Temmuz’da, Washington teslim oldu ve geri çekilmesine izin verildi daha sonra ise kaleleri adlandırması için yerine bir başkası getirildi.
Bu Washington’ın tek askeri teslim oluşuydu (daha önce çok kez “stratejik geri çekilme” yapmasına rağmen.).